Sayılı gün çabuk biter derler. Öyle de oldu. Bodrum’dan Patara’ya yolculuğumuzun son günü. Artık dönüş zamanı. Sabah kahvaltısından sonra otelden çıkışımızı yaptık. Bavullarımızı bagaja yerleştirdik. Bugünün rotası önce Kayaköy sonra Gemile Koyu ve oradan Bodrum. Seyahate ait yazı grubunun sonuncusu olan bu yazıma üç gece boyunca konakladığımız Ölüdeniz ve yamacında ki Babadağ yamaç paraşütünden bahsederek başlamak istiyorum.
Ölüdeniz
Yaklaşık 15 sene önce bir gece konakladığım Ölüdeniz aklımda kalmıştı. Gezdiğimiz bölgenin ortasında olmasını bahane edip Ölüdeniz‘de konaklamaya karar verdik ve yola çıkmadan oteli seçip, rezervasyonumuzu yaptık. Pandemide oteli belirlerken biraz zorlandık. Kapalı koridorları kullanmadan oda ve kahvaltı salonuna ulaşılan, açık alanı çok, Covid-19 güvenlik önlemleri almış otellerden birini seçmeye çalıştık. Muhtelif oteller arasından güneş doğarken yüzme hayaliyle sahile ilk sırada konumlu ve içinde 3. yüzyılda bazilika tarzında yapılmış Aziz Demetrius kilisesinin kalıntılarını barındıran Ecclesia Butik Hotel konaklama için bize cazip geldi. Verandalı bahçe ve çatı katı süitlerinde keyifle konakladık. Otelin servisini, personelini, odalarını, kahvaltısını çok sevdik. Her akşam otelin bünyesindeki Buzz Beach Bar’da suşi yemeğe doyamadık. Ancak Ölüdeniz’i hiç sevmedik. Ölüdeniz plajında sahili dolduran Karayip korsanları temalı, dev boyutlu, koyu renkli günlük gezinti teknelerini görünce çok şaşırdık. Görüntü kirliliği yaratan bu teknelerin her sabah bangır bangır korsan müziği eşliğinde ayrıldığını ve geceleri disko müzikle devam ettiğini görünce şaşkınlığımız daha da arttı. Kumburnu Plajı ve Ölüdeniz Tabiat Parkı Plajını gördüğümüzdeyse ‘Ah keşke tek sorun tekneler olsaydı!’ dedik. Ücret ödeyerek girdiğiniz bölgede, özellikle buruna öyle çok şezlong koymuşlar ki ne yürüyecek ne de kuma ayak basacak alan bulabiliyorsunuz. Giriş ve şezlonglar paralı ve oldukça pahalı. Pandemi kimin umurunda! Çok kalabalık ve herkes bu sıkışıklıkta iç içe. Ayrıca kumun (bardak, şişe, izmarit, kapak vb.) ve denizin pisliği içler acısı. Doğa harikası plaj kötü işletmeyle ve denetimsizlikle nasıl yok edilirin adeta kanıtı. Ölüdeniz tanıtım fotoğraflarındaki deniz ve kumun masalsı görüntüsüyle mevcut durum siyah ve beyaz kadar farklı. Sahili bırakıp içeri doğru gezmeye başlayınca sokaklardaki çöp yığınlarıyla karşılaşıyorsunuz. Dip dibe çok sayıdaki otellerle birlikte belde pek sevimli gelmiyor. Kaldığımız dönemde ziyaretçilerin çoğu turistti. İzlenimlerim sonrası Ölüdeniz’i soranlara: soğuk ülkelerde yaşayıp sıcağı arayan ve ekonomik tatil yapmak isteyen turistlere hitap eden kalabalık ve sıradan, doğa güzelliği harcanmış bir belde olarak tanımlarım. 3 gece kaldık, denize bile girmeden ayrıldık. Ölüdeniz’i çok merak ediyorsanız en fazla bir iki saat zaman ayırın ve yolunuza devam edin.
Babadağ Yamaç Paraşütü
Ölüdeniz’e kadar gelmişken Babadağ’dan yamaç paraşütü atlayışına değinmeden geçmek olmaz. Onlarca şirketle ya da şahsi olarak pilottan hizmet alabiliyorsunuz. Deneyecekseniz mutlaka güvenilir ve referanslı şirketlerden hizmet alın. Uçuşu satın aldığınız şirket 1700 metre yükseklikteki atlama alanına toplu ulaşımı ayarlıyor. Profesyonel pilotun arkada yolcunun önde oturduğu tandem atlayışta her şey pilotun kontrolünde. Yirmi dakikalık bir uçuşla Ölüdeniz plajı sahilindeki (otellerle plaj arasında) yaya yoluna iniş yapıyorsunuz. Aşağıdan seyrettiğinizde adeta mısır patlağı gibi. Önce bir iki yamaç paraşütü görürken bir anda gökyüzünü onlarcası kaplıyor. Bir curcuna içinde iniş yapıyorlar. Biz de niyet ettik. Eylül 2020 için 600TL fiyat aldık ve rezervasyon yaptırdık. Ancak minibüslerle ulaşımda, atlama ve yere ayak basma anlarındaki kalabalıkta sosyal mesafeyi koruyabilmek pek mümkün görünmediği için vaz geçtik. Şimdi düşününce, belki bir miktar yükseklik korkusu da vazgeçişimizde etkili olmuştur. Ancak bu deneyimi bir gün mutlaka yapmak isterim.
Kayaköy
Kayaköy, atik dönemde Karmylassos sonralarıysa Levissi adında bir Rum köyü. 14. yüzyılda kurulan köyde uzun zaman Anadolu Müslümanları ile Yunan Ortodoks Hristiyanları birlikte yaşamışlar. Yamacın üst kısmında yerleşik olan Hristiyanlar zanaatkarlıkla uğraşırken vadiye yerleşik Müslümanlar çiftçilik yapıyorlarmış. Kurtuluş Savaşı sonrası Yunanistan’la yapılan mübadele sonucu 1923 yılında bölgede yaşayan 6.500 kişilik Hristiyan toplulukla Batı Trakya Müslümanları arasında nüfus değişimi yaşanmış. Ve değişim sonrası köyün adı artık Levissi değil, Kayaköy olmuş. Bölgeye gelen Müslümanlar yamaçtaki yaşamın tarıma elverişli olmaması nedeniyle zaman içinde köyü terk edip, kaderine bırakmışlar. 1957 yılındaki Fethiye depreminde de köy büyük hasar görmüş, zamanla evlerin kalan ahşap doğramaları bozulmuş, çatıları çökmüş ve köy adeta hayalet köye dönüşmüş. Bugün 300-400 ev kalıntısı görülen Kayaköy‘deki evler zamanında yamaca 50 metrekare büyüklüğünde, kare şeklinde ve birbirinin görüşünü engellemeyecek düzende kurulmuşlar. Köyde ziyaret edilebileceği belirtilen orta yerindeki bir tepeye kurulmuş yukarı kilise ve 1960’lara kadar cami olarak kullanılan aşağı kilise mevcut.
Köye giriş tek bir noktadan. Cüzzi bir bedel ödeyerek giriş yaptık. Yukarı kilise kapalı olduğu için içini göremedik. Köyde bilgilendirme ve yönlendirme panoları yok ancak müsait olan her noktaya yürüyebilirsiniz. Köyün otlarla kaplanmış bozuk taş yollarında zeytin, incir ve nar ağaçlarının arasında dolaşırken orada yaşanan hikayeleri düşünmeden geçemiyorsunuz. Komşunun yakışıklı oğlu, mahallenin güzel kızı, yaşlı madamın lokumları … rüzgarla savrulmuş yarım kalmış kim bilir kaç hikaye. Hüzünlü ancak bir o kadar da güzel köy. Köyün harap hali bile güzelliğine gölge düşüremiyor. Köyün her köşesinden güzel fotoğraflar çekebilirsiniz hatta gün ışığının yatay geldiği erken sabah saatleri veya gün batımına doğru renkler daha çarpıcı olacaktır. Tepeye tırmandığınızda karşınıza çıkan manzara çok etkileyici.
Kayaköy son yıllarda yerli ve yabancı turist tarafından daha çok ziyaret edilir olmuş. Çok sayıda lokanta, cafe ve konaklama imkanlarıyla hayalet şehir tekrar yaşamaya başlamış gibi. Bu popülaritenin Kayaköy’e zarar vermeden devam etmesini umuyorum. Kayaköy’e fırsat yaratıp ziyaret edin, sokaklarında dolaşın, harap evlerin duvarlarına dokunun, rüzgarın fısıltısında size anlatılanları dinleyin, tepeye çıkıp manzarayı seyredin, fotoğraflar çekin. Eteklerindeki mekanlardan birinde mola verin o güzel atmosferi içinize yedirin.
Gemile Koyu
Eylül 2020 Bodrum’dan Patara’ya seyahatimizde Kayaköy’e gitmişken 6km uzağındaki Gemile Koyu‘na uğramadan dönmek istemedik. Amacımız: koyu görmek, denize girmek, bir şeyler atıştırıp Bodrum’a dönüşten önce son molayı vermekti. Koya yaklaşınca yol kenarına park eden araçlar vardı. Niye buraya park etmişler diye düşündük. Sonra koya girişte 25TL ücret istediklerinde niye park ettiklerini anladık. Buraya kadar gelmişken görelim diye içimiz cız ede de ücreti ödedik. Plajın görseli şahane. Zeytin ağaçları ile dolu, denizin mavisi göz alıcı. Ancak deniz yarı taşlık yarı kumluk. Denize girmek istedik ama kumu iyi olan yerde botlar vardı, botların olmadığı yerde deniz iyi değildi. Şezlong ve şemsiyeler ücretli ve çok pahalı. Bir şeyler yiyelim dedik ve koyun sol tarafındaki restoranda sandalyesi her an kırılacak hissiyle örtüleri pek temiz olmayan bir masaya oturduk. Gözlemenin fiyatını görünce bir gözleme ve iki çayla iştahı kesmenin yeterli olacağına ikna olduk. Karavancıların olduğu koydan Gemiler Adasına gitmeyi planladık ancak sürat motoru olan kafe görevlisi gidiş dönüş ücreti olarak 150TL istedi. Ölüdeniz ‘deki Karayip korsanları temalı gemilerinin adaya demir attıklarını bulunduğumuz noktaya gelen türkü seslerinden fark edince Gemiler Adasına uzaktan bakmak en güzeli dedik. Zaten dönüş yoluna geçtiğimiz anlarda düzensizliğin ve kim ne tutturursa onu yaptığı Gemile Koyunun ticari yaklaşımlı işletmecilerinin kurbanı olmadan yarım saatten biraz fazla oyalanıp Bodrum yoluna koyulduk. Fethiye bölgesinde bu kadar güzel yer varken Gemile Koyu’nu son seçenekler arasına bırakabilirsiniz görüşündeyim.
Ve Bodrum’dan Patara’ya seyahatimizin sonuna geldik. Daha nice seyahat imkanlarına, sevgilerimle